GERİ

Yasaklamakla Olsaydı....

Çok yıllar önceydi. Hayatımda ilk kez yurtdışına çıkmıştım. Oxford'da zevkten dört köşe geziyordum. Oradan Hollanda'ya, Lahey'e geçecektim. Oralara kadar gitmişken Amsterdam'ı görmemek olmazdı. İngiliz tanıdıklarım panik halinde itiraz ettiler. Aman ha, sakın dediler. Oralarda sokak serserileri çok, uyuşturucu bağımlıları çok, hırsızlık çok, diye gözümü korkutmaya, vazgeçirmeye kalkıştılar.

Gittim gezdim, geldim. Hiç de bir şey olmadı.

Bence bir şeyin olmasından çok daha kötüsü, olabileceği korkusu. Korkunun insanın içine çöreklenmesine izin vermemek gerek.

Aslında bir şeyler oldu: Ben gördüklerimden duyduklarımdan etkilendim. Oxford'da dile getirilen ön yargılardan değil. Amsterdam'dakilerden etkilendim. Ben o güne kadar uyuşturucu etkisinde olan bu kadar çok insan görmemiştim. Uyuşturucu kullanımı için bu kadar çok gereç olduğunu bilmiyordum. Uyuşturucu kullanımını yasal hale getirmenin de bir mantığı olabileceğini bilmiyordum.

Yasakçı bir gelenekle yoğrulmuştum. Yasaklayarak çözülebilir sanıyordum. Yasaklamak sorunu yer altına itiyor, aşağılardaysa işler daha acımasızca yürütülüyordu. Yasal hale getirilerek, gereken araç gerecin bazıları (örneğin enjektörler) bedava dağıtılarak ortak kullanımı engelleniyor, böylece bulaşıcı hastalıkların yayılımı denetlenebiliyordu. Benzer bir yığın gerekçe...

Kafam karışmıştı. Kimilerinin yasaklayarak kimilerinin yasallaştırarak çözmeye uğraştıkları "uyuşturucu" diye bir sorunları vardı. Kafamı kurcaladıysa da konuya çok takılmamıştım. Ne de olsa el elin eşeğini türkü söyleyerek ararmış. Sorun onların sorunuydu.

Sonra gel zaman git zaman oldu. Neden nasıl kim tarafından kotarıldıysa, kotarıldı. Sonunda başarıya ulaşıldı: Bizim de bir "uyuşturucu" sorunumuz doğdu. Avucumuza doğan bu nur topu gibi bebemiz pek de çabuk büyüyüp gelişti. Günden güne de hızla serpilip gelişiyor.

Şimdi Amsterdam'a gidenleri uyardıkları gibi İstanbul'a gelecekleri de uyarıyorlar.

Daha da beteri İstanbul'un kendi ahalisi kendi ahalisinden korkar oldu.

Biraz kilolu olan bir hastama sağlık için yürüyüş yapması gerektiğini söylediğimde itiraf etti ki sokağa çıkmaya korkuyormuş. O nedenle çıkıp yürüyemiyormuş.

O zaman ayırdına vardım epeydir farkında olduğum korkunun. Artık İstanbul'lunun ortak bir korkusu var. Uyuşturucu etkisindeki birinin yoluna çıkıvermesi. Bu nedenle bir çok insan sokağa çıkmıyor artık. Moda'da komşu apartmandaki yaşlı ama dinç hanım yürüyüş de alışveriş de yapamıyormuş artık, aynı gerekçe ile. Yeğeni haftada iki gün ziyaretine gelince, birlikte markete kadar gidiyorlarmış. Bunun dışında evde hapis. Sağlık sorunu falan olmadığı halde. Şehrin bu güzel mahallesinde ve bu güzel mevsimin güzel günlerinde ömrünün sayılı kıymetli günlerinde korkusuna hapsolmuş.

Giresun'da evlerinde bizi ağırlayan tanıdığımıza, bize de bekleriz dediğimizde, artık İstanbul'a gelmeyi düşünmüyorum demişti. Korkuyormuş artık İstanbul'dan. Yurdun pek çok ilinde bulunmuş, hatta birçok kere yurtdışına da gitmiş biri o. Son geldiğinde buluşacakları kişiyi beklemek için sokakta 10 dakika dikilmeyi göze alamamış da sahildeki bir biracıya girmiş. Gene de tam kapıdan çıkınca yanına yanaşan bir tinerci çocuk para istemiş. Hemen çıkarıp parayı vermiş ve kendisini tez elden bir taksiye atmış. Bunları anlatan, bir seksen boyunda, epeyce yapılı, 60 yaşın üzerinde bir adam. Ben her gün sabah akşam oralardan geçiyorum, orası benim mahallem, bu şehirde yarım yüzyıldır yaşıyorum falan diyorum. İkna olmuyor. Korku öylesine yuvalanmış ki yüreğine.

Benzer bir çok başka hikaye. Herkes bu şehirden korkar olmuş bu günlerde.

Korku dağları beklermiş, derler. Bu korkuları kim/ler, ne için pazarlıyor, onu hiç demezler.

Özel güvenlik birimleri kurucusu olan bir eski polis yeni politikacının inandırıcı stratejisine kitlelerin yüreklerinin kurban edilişine seyirci kalanların gözleri kör mü allah aşkına?

Hala da pek billurlaşmayan bu taktikleri sökmenin zamanı gelmedi mi daha?

Onca kitaptan ve flimden sonra, dünyanın her yerine faşizmin böyle yerleştiğini öğrenemedik mi dostlar?

Bilin ki düşmanın ilk hareketi yüreğe korkuyu yerleştirmektir, sonrası silahlarla gelir.

Öyleyse, korunmak için yapılacak ilk karşı hareket, korkuya kapıları kapatmaktır.

Karşı silahlanmak, asla değil.

Bu nokta tam bir tuzak.

İstenen bu zaten, önce korkup eve kapanmak, sonra da yedeğe bir silah atmak.

Hadisenize. Bu numaraları bir bir çaksanıza.

Hadi kapıları açıp sokağa çıksanıza.

Yüreğinizin kapısını açıp korkuları dışarı salsanıza.

Televizyonları kapasanıza.

Her dakika şiddet göstermelerinin, sizi korkutmak için olduğunu anlasanıza.

Tinercilerin zavallı birer piyon olduğunu, isterseniz onlara yanaşabileceğinizi anlasanıza.

Sahi .. filmini izlesenize.

Bir de sokak çocuklarını .. derneğine bir uğrasanıza.

Bu çocukların bir teki ile tanışsanız onlardan korkunuz geçer.

Asıl korkulması gerekenlerin üniforma ve silah satıcıları olduğunu anlarsınız o zaman.

Sokakları elimizden alamazlar o zaman.

Meydanları ele geçiremez, yaşamı çalamazlar o zaman.

Zaman, yarın değil, bu an.

24.01.2004

GERİ