"Araba kadının özgürlüğüdür" cümlesini sıkça söylememiz, orta (sınıf) tabakadan oluşumuza kuşak özelliğimizin de eklenmesiyle, gençlik yıllarımız boyunca para biriktirip zar zor bir araba sahibi olmamızdandır. Direksiyonu el geçirdiğimizde kendimizi özgür hissetmemizdendir. Ülkenin ve bizim durumumuz değişince, çocuklarımıza daha 18’ine vardıkları gün araba hediye etmelerimiz bu geçmişin yansısı nedeniyledir ki konumuz bu değil. Konumuz zar zor elde ettiğimiz direksiyonun sonrasında bize ettikleridir. Önce özgürlüğümüz olan şeyin sonradan özgürlüğümüzü yok edişidir.
Evet, biz orta sınıfın eski kuşak kadınları, her şeyi çok zorlukla ele geçirdik ama yaş aldıkça konumumuz da değişti. Özgürleşmemizi sağlayan parayı kazandıkça, daha az hareket eder olduk. İşlerimizi otomatik makinalara ve kiraladığımız daha alt sınıfın kadınlarına yaptırdıkça, yaşımızın getirdiği ataletin de etkisiyle can simidi dediğimiz göbeklerimiz giderek genişledi. Hepimizde aynı zamanda ve aynı miktarda değilse de, kural dışılar varsa da, gelişmemiz bu biçimde oldu. Göbeklendikçe sağlığımız ve güzelliğimiz açısından dertlenir olduk ama dertlenmenin dert çözmediğini de zor fark ettik. Direksiyon sahibi olduk, özgür olduk, yürüyemez olduk.
Yürüyebilme yeteneğimizi farkına bile varmadan yitirdik. Fark ettiğimizde de itirafa yanaşmadık. Arada bir denemeye kalksak da beceremediğimizi anladığımızda geri çekilip mazeretlerimizin ardına saklanmaya başladık. Örneğin yürüyünce dizlerimiz ağrır oldu. Kemikçi doktorlarımız, eklemlerinizi yormayın, özelikle de merdiven çıkmayın ve yürümeyin dediler. Bu sayede daha göbekli olacağımızı ve dizlerimizi daha çok yoracağımızı söylemeyi unuttular ya da söylediler de biz duymadık. Örneğin iş-güç temposu yüzünden yürümeye hiç vaktimiz kalmamış oldu ama o hiç izlemediğimiz(!) dizilerin bütün aksiyonlarını nasıl bildiğimizi soran olmadı. Aslında bahanelere saklandıksa da ebelendik: Biz artık yürümez değil yürüyemez yani insanoğlunun en temel yetisini yitirmiş olduk, yürümeyi beceremez olduk.
Yürüyemeyenlerdenleştirildiğimizi çakamadık mı, çaktık da işimize mi gelmedi bilmem, bu sorun(sal) neden aklıma geldi onu bilirim; Nurdan yüzünden. Ama önce siz söyleyin, bunu bana niye sordunuz, yürüme konusunu önemsiz mi buldunuz yoksa yürümeyi gereksiz mi buluyorsunuz?
Yürümezseniz, şehrin sokaklarını nasıl keşfedeceksiniz?
Yürümezseniz, osteoporozu, nörozu, depresyonu, şişkoluğu, astımı nasıl engelleyeceksiniz?
Yürümezseniz, göbeğinizi nasıl eritecek, ömrünüze nasıl ömür katacaksınız?
Yürüyememe derdinin aklıma gelme nedenini şimdi açıklıyorum: Sevgili arkadaşım Nurdan bugün bana sürpriz yaptı; yeni bedenini bana göstermeye geldi. Tam 23 kilo vermiş. Eski halinden daha sağlıklı, daha enerjik, daha keyifli ve daha güzel hale gelmiş. Eskiden yürüyemeyenlerdenmiş, İstanbul’un dört bir yanında yürüyerek, son 6 ayda bunu becermiş.
Peki siz Nurdan için sevinenlerden misiniz yoksa kendini sevmeyenlerden misiniz?
Siz yürüyemeyenlerden miydiniz?
Siz yürümeyenlerden misiniz?
Siz yürü-yeceklerden misiniz?
Siz özgür müsünüz?
15 Ocak 2013 |