GERİ

Roma’da Bir Yılan Gördüm

 

 

Hayatı şiir gibi yaşamak gerek
Ama hangi erek
becerebilmiş direnmeye, yaşamın yaftasına
Boşuna mı salındı gladyatörler arenaya
Mahkum değil miyiz öldürerek ölmeye
Eee peki, niye öyleyse?

 

 

Freudiyen psikiyatristler heveslenmesinler, ne rüyamda gördüm yılanı, ne de rüyalarımı ortalığa saçmaya niyetim var. Roma’da yol kenarında yürüyordum. Yanı başımdan kıvrıldı geçti bir yılan. Sevinçlere boğdu beni. Bilmem neden, yılanlardan korkanlardan değilimdir ben. Sevinmemeyse neden, ona bir kentte rastlamam yüzünden. Doğanın asıl sahiplerini kentlerden süreli epeyce zamandır da ondan. Siz hiç İstanbul’da bir yılan gördüm diyeni duydunuz mu? Hoşunuza gitmedi bilirim ama keşke bu cümleyi duyabilseydiniz. Tersi doğruysa, kendinizi ve kentinizi şanslılar listesine katabilirsiniz. (Yoksa siz, yılanların öldürülmesi gerektiğini düşünenlerden misiniz?)

Ben de şanslılardanım. İşte bugün Roma’dayım. İlk kez geliyorum diye epeyce de heyecanlıyım. Bu taştan kentte ilk fark ettiğimin doğanın varlığı olması oldukça ironik.

Yol kenarlarının ve apartman bahçelerinin ağaçlıklı olması olağan, ama ben şaşırıyorum nedense. İstanbul’dan geldiğim için olabilir mi? Bütün balkonların küçük birer botanik bahçesine çevrilmesi de olağanlaşmış bu kentte. Uçaktan bakarken en az binalar kadar yeşillik görünmesi de, demek bu nedenleymiş. Çiçekçileri ise bizim çingenelerimizin eline su dökemez. Taksim meydanındaki çümbüş sergileri özleyiveriyorum.

Zaten Roma’nın neresine gidersem gideyim, hep İstanbul ile yarıştırıyorum. Ne çok taştan kalıntı var bu kentte derken, kim bilir biz buradakilerin kaç katını yıkıp yok etmişizdir diye soruyor, yanıtını bilemiyorum.

İmparatorluk başkentlerini yarıştırmayıp da ne yapacağım.

Görkemin kalıntıları üzerinde sürülen izler, aslında hep, her zaman, istisnasız olarak, sömürülen emeklerin taşlaşmış gözyaşlarını izler, öyle değil mi?

Neden güzellikler karşısında secdeye duran gönlüm, zenginlikler karşısında sorgulayıcı doğasından ödün vermiyor ki?

Neden bu yanım, öbür yanımdan hiç ayrılamıyor ki?

İki yüzlü antik tanrı Ianvs (Janus) Roma kökenli diye mi?

Dilerseniz geçmişin taşlarında salınmaya ara verip günümüze dönüverelim. Bilirim; insanları gruplaştırıp, kümeleştirip, toptan yargılamak olmaz. Yaftalar yakıştırmak ise hiç mi hiç olmaz. Amaaaan, siz yapmıyor musunuz sanki? Siz ne derseniz deyin, ben sıkça yaptığım bu hatayı, işte gene yapıyorum: Şu İtalyanlar var ya; ı-ıhh.

Aynı bize benziyorlar. Ne temizler, ne zekiler, ne güvenilirler, ne de çalışkanlar.

İnanmadıysanız gidin siz görün, siz yargılayın dostlarım.

Neee?

Siz genellemeyen ve yargılamayanlardan mısınız?

Sizi çok takdir ediyorum ama hiç inanmadım desem, inanır mısınız?


16 Mart 2007

GEZGİNE NOT:Roma söylendiğinden bile görkemli. Gidiciyseniz beş yıldızlı otelleri yeğlemeyiniz. Neredeyse tümü şehrin dışında çünkü. Şehrin merkezindeki üç yıldızlılar yeterince keyifli. Fiyatları elbette katmerli. Roma’da zaten ucuza pek bir şey yok. Kıyaslamak ne denli doğru bilmem ama bir tek taksi fiyatları İstanbul’dan daha ucuz bana kalırsa. Roma’nın moda yiyeceklerini bilirsiniz. Pizzasını, ve dondurmasını lüks lokantalar yerine sokak başı yerlerden yemelisiniz. Makarnasını havalı bir yerde yemenize iznim var. Bizim dudak büktüğümüz o makarnayı nasıl tantanayla sunuyorlar mutlaka göresiniz diye. Benden bu kadar, gerisini zaten siz kendiniz keşfedeceksiniz.

GERİ