GERİ

Mavi Pattis

Amerikan iç hat uçuşlarında yiyecek içecek ikramı yok. Bizim yan sanayi uçak şirketinin yaptığı gibi, arada hostesler dolanıp isteyene satış yapıyorlar. Ben de kendi yiyeceğimi önceden hazırlayarak bindim, havada fahiş rakamlar ödememek için. Ancak bu kez uçtuğum şirket farklı çıktı. Hostes önce çay kahve ikram etti, daha sonra da gelip kek mi çips mi istesiniz diye sordu. İkisini de sevmem, istemem, zaten kendi yiyeceğim de var ama beleş bulunca yumul düsturuyla mı ne, cips istiyorum deyiverdim. Aman iyi ki demişim.

Cips paketini açınca ne göreyim. Bazı cipsler menekşe diğerleri ise kayısı renginde. Cips dediğin zaten MSG (MonoSodyumGlutamat) deposu, bir de üzerine boya atmaları doğrusu bana fazla geldi. Ancak yemeden duramadım ki lezzet mükemmeldi. Hem söyleniyor, hem de atıştırmaktan vaz geçemiyordum ki paketin üstündekileri okudum. Markamızın ürünleri yüzde yüz organiktir, diye yazmışlar. Hem rengarenk cips sat, hem de üzerine tam organiktir diye yaz. İyi de müşteri kandırmak bu kadar kolay mı? Yasalar korumaz mı, engellemez bu kandırıkçılığı ABD’de?

Konu ilgimi çekti ya paketin her bir yerini okuyorum. Falanca yardım kuruluşu ile ortak çalışan bir derneğin yararına ürettiklerini yazıyor. Özelikle mavi patatesin ne menem bir şey olduğunu anlatıyor. Sardı mı şimdi beni bir merak. Mavi patates mi olurmuş kardeşim. Uçakta internete de giremiyorum ki yazılanlar doğru mu diye kontrol edeyim. Ancak kesin olan bir şey var. Mavi denilen bu mosmor patateslerin cipsi çok lezzetli. Turuncu olan da ondan aşağı kalmaz. Paketin hiçbir yerinde de MSG’nin takma adlarından biri yazılı değil. Nerden geliyor bu lezzet peki? Ben Amerika’ya geldim geleli şöyle ağız tadıyla bir patates yemiş değilim. Pek çok farklı çeşidini denedim ama ne Ödemiş’in kocamanı ne de Bolu’nun kızartmalığı ayarında bir lezzet yakalayamadım. Ancak haklarını teslim edeyim bizdeki gibi birkaç çeşit değil onlarca çeşit patates var sebze reyonlarında. Bu cips paketi ise aklımı fena çeldi. Fotoğrafını çektim. Bu lezzet üstelik bu mavi ne iştir bir peşine düşeyim, dedim. Tabii ki sonra unuttum.

Geçenlerde organik ürünler satan bir markette mor patatesle karşılaşana kadar. Fiyatı diğerlerinin dört katı kadardı ama sınırlı bir bölgede ender olarak yetiştiğini öğrendim için paraya kıydım aldım. Evde kendi usulümce pişirdim. Veee bayıldım. Yoo sandığınız gibi genetiği ile oynanmış değil. İnanmak zor ama sadece türleri korunmuş patateslermiş bunlar. Biz ki ailecek Adapazarı patatesinin meftunuyuz. İyi patatesi seçmeyi de pişirmeyi de biliriz. Böyle lezzetlisini ömrüm boyunca yemedim.

Bilirsiniz değil mi, patates Güney Amerika kıtasının endemik bitkisidir. Yani yeni dünya keşfedilmeden önce Avrupa ve diğer kıtalarda patates yok. 1500lerde Amerika’dan taşınarak yayılıyor bütün dünyaya patates. En çok Almanlar ve Fransızlar müdavimi oluyorsa da biz de hiç aşağı kalmayız doğrusu. Ancak türlerin hepsi taşınmamış demek ki. Tatlı patates bile çok yakın tarihlerde girdi bizim ülkeye. Zaten cips paketinin turuncu içeriği de o tatlı patates işte.

Sonunda ben menekşe, kayısı ve limon rengi patatesleri birlikte pişirdim ki tatlarını kıyaslayabileyim. Mor olan tartışmasız birinci oldu. Turuncu renkli tatlı patatese mecburen üçüncülüğü verdim. O kadar tatlı ki bir dahaki sefere onu kabaklarla yarıştırıp bal kapağı tatlısı yapmaya karar verdim. Sonra yaptım da. Tıpkı bizim kabak tatlımız gibi pişirdim. Söylemesem tadından ya da görüntüsünden ayıramazsınız. Bir başka sefer de Peru yerlisi bir ahçı kadından tarif alıp geleneksel güvecini yaptım, yumurtalı falan filan. Müthiş oldu. Ama adı güveçse de o da tatlı. Bu tatlı patates dedikleri tebdili kıyafet kabak anlayacağınız. Mavi patates ise niye mavi renkli çözemedim. Ancak dediğim gibi asıl onun lezzetine bayıldım. Bu renkli patates meselesine takılınca, iyi de madem bizimkiler bile buradan taşınmış, neden sarıların aynı lezzette olanları burada yok diye araştırmayı ilerlettim. Meğerse varmış, sadece ben yanlış marketlerde dolanıyormuşum. Sonunda sapsarı, lezzetli mi lezzetli patatesleri de buldum. Bir sade patates yemeği yaptım ki tıpkı çocukluğumda Ruhat teyzemin yaptığı gibi. Bol soğan, bol biber salçası (acıka) ve bir gıdım suyla. Aynı çocukluğumdaki gibi oldu tadı.

İşte böyle; buraya yeni dünya diyenler halt yemiş. Burası en eski dünya. Bakmayın siz teknolojinin yeniliklerine. Sebzesi meyvası eski usul hala. Tatları en eskilerden kalma. Hangi açıdan bakarsanız bakın, dünyanın zenginliği burda.


1 Aralık 2018

NOT: Tamam haklısınız, benim de asimilasyonum başladı. Ne demişler, itiraf et rahatla.

Yazının Facebook Sayfasındaki bağlantısı.

GERİ